26 Eylül 2012 Çarşamba

Bir Duruşmanın Ardından….



Dün  yine bir KCK duruşması vardı girişinde “Adalet Devletin Temelidir” yazısının olduğu Diyarbakır adliyesinde. Aslında hergün neredeyse bir KCK duruşması yapılıyor burada. O kadar ki yer sıkıntısı olmasa tüm Kürtleri ve dostlarını tutuklu yargılayacaklar kendilerini toplumun değilde devletin bekasına adamış olan bu mahkemeler.
Bu duruşmayı diğerlerinden ayıran, tutuklu yargılananlar arasında, Karadenizden çıkıp kendini yoksul Kürt çocuklarına ve ailelerine adamış yazar-antropolog Müge Tuzcuoğlu’nun da bulunmasıydı. Bu duruşma onunla birlikte aynı davadan  tutuklu bulunan 27 kişinin 7 ay sonraki ilk duruşmasıydı. Yani tipik bir, 12 Eylül rejiminde bile görülmeyen “önce tutukla sonra deliller nasıl olsa tespit edilir” önüne anlayışının tüm çıplaklığıyla gözler serildiği davalardan bir tanesi. Delil dedikleri de malum ortam dinlemeleri. İki gün süren duruşmanın neticesi, aralarında Müge Tuzcuoğlu’nun da bulunduğu 9 kişiye tahliye edilmesi diğerlerinin tutukluluk hallerinin devamına ve duruşma tarihinin Aralık ayına ertelenmesi oldu.
İki gün süren duruşma boyunca adliye koridorlarında yaşananlar Türkiye’de Kürt sorunun neden çözülemediğini de gösterir nitelikteydi bence. Adliye koridorlarına bakınca bu ülkede Kürtlerin ya tutuklu, ya tutuklu yakını olarak izleyici ya da onların avukatlarından oluştuğunu zannediyor insan. Mahkeme salonları ve cezaevleri Kürtlerle dolu, adliye koridorları tutuklu bulunan yakınlarını görmeye gelen anne, baba, kardeşlerle dolu. Ve hemen her davaya gelmeye çalışan vekiller. Ve Diyarbakır’a yabancı birisinin “işlerinde epey bir uzmanlaşmışlar” dediği avukatlar. Yani bir mahkeme salonunun üç tarafında da Kürtler yer alıyor.
Yine bakınca orada yaşananlara, devletin Kürd’e bakışını görüyor insan, orada devleti temsil eden polis, hakim ve savcıların tavır ve davranışlarında. Yukarda da belirttiğim gibi, “Adalet Mülkün Temelidir” düsturu bile burada “Adalet Devletin Temelidir” haline dönüşmüş. İş böyle olunca, her şey devletin bekası adına yapılınca, devletin kolluk kuvvetleri de buna uygun davranmaktadırlar.
Bütün kolluk kuvvetleri sivil-resmi ayırdetmeksizin bellerinde silahları ile dolaşıyorlar mahkeme koridorlarında. En ufak bir tartışmada hemen “araya” giriyorlar. Hatta birisinin bir tartışmadan sonra itiraf ettiği gibi “böyle davrananları alacaksın odaya” anlayışı hakim. “Sen devletin polisine bağıramazsın”.
Yakınlarını, konuşamazlarsa bile, en azından görmek umuduyla duruşma salonuna girmeye çalışanlar, yani insani bir içgüdü ile hareket edenler doğal bir izdiham hali oluşturuyor duruşma salonlarının önünde. Tek bir istekleri var aslında, çocuklarını, annelerini, babalarını, eşlerini görmek… fırsat bulurlarsa bir-iki kelime laf etmek… tüm çabaları bunun için… Bunun karşılığında kapıda sürekli onlara  “siz laftan da anlamıyorsunuz”, “birbirinize saygınız yok” gibi hakaretamiz söylemlerle bağıranlar ve etrafta her an müdahale için bekleyen çevik…
Aslında bu durum belki de “devlet”in olan tüm kurumlarında geçerli. Örneğin bir hastanede, bir okulda veya herhangi bir “devlet” dairesinde de aynı tavır ve davranışla karşılanıyor insanlar, fakat burada bir nüans var. Burada bağıranlar ve müdahale için hazır bekleyenler ünüforma giymekte ve silah taşımaktadırlar!
Herkesi kapıdan uzaklaştırıp, kapının önündeki koltuklarda oturan insanları yerlerinden kaldırıyor görevli memur. “Sabahtan beri çok yorulduk, biz oturacağız” diyor. Sonra oturuyorlar ve etraflarını bariyerlerle kapatıyorlar… bariyerin dışında ise duruşma salonuna girme fırsatı bekleyenler…
Bir anne, kızıyla birlikte oğlunun duruşmasını izlemeye gelmiş. Salona girmeye çalışıyor fakat dolu deyip izin verilmiyor. En sonunda dayanamıyor gözleri dolmaya başlıyor… gözyaşları akmaya başlıyor sonra, ve sonra feryat ediyor, çaresizce kapıdaki memura “inşallah çocuğunun ölümünü görürsün” diyor, bu lafınnasıl ağzından çıktığına kendisi bile şaşırıyor sonra. “Ne yapayım diyor” ağlamaklı bir şekilde, “sabahtan beri burdayım, kızım da burada, oğlumu görmek istiyorum ama izin vermiyorlar. Benim oğlum suçsuz. Kürd olduğunu söylemek suç mu, hakkını istemek suç mu” diyor. Belki bilmiyor ama bu tür şeyler devletin bekası sözkonusu olduğunda suç oluyor devletin kanunnamelerinde…
Bir eş, erkek, cüsseli, vursa devirecek tarzdan… Karısı da 7 aydır içerde, tutuklu yargılanıyor… Biraz konuşunca gözleri doluyor onun da “keşke ben girseydim diyor” yanında duran kadına “çocuklarıma daha iyi sahip çıkardı” diyor. Gözleri doluyor, erkek adama ağlamak yakışmaz derler ama… insan bu… taştan yapılmamışsa eğer ağlıyor da… kıpkırmızı olmuş gözyaşlarını siliyor oradan uzaklaşırken, ağladığını kimsenin görmemesi için…
Aynı kişiyi bir başka duruşmadan gelirken görüyorum. Ne oldu diye soruyorum. “Urfa grubu” diye cevap veriyor. Aynı davanın Urfa ayağında gözaltına alınanlar. Onlarda burada yargılanıyorlarmış… Milletvekili de orada diyor… kastettiği BDP’nin Urfa milletvekili… hani haklarında 500 küsür dokunulmazlık dosyası açılmış bulunan vekiller…Belki bu dosyalrdan bir tanesi de davaları izlemekle ilgilidir, kim bilir.
Dün yapılan duruşmada da başka bir milletvekili gelmişti… Hangi birisine yetişeceklerine eminim onlarda şaşırmaktadırlar. Belki dava üzerinde herhangi bir etkileri olmuyordur fakat orada olmaları bile insanları mutlu kılıyor. Vekillerini karşılarında, yanlarında gördüklerinde insanların yüzlerine bir güven hissi oturuyor, gözlerine bir umut… bunu her hallerinden görmek mümkün oluyor…
Bir başka baba, kızı için orada. Koşturup duruyor, çırpınıyor kızı için. Duygusallaşıyor bazen, kızıyor hem kendisine hem kızına… sonra tüm bunları yapan sisteme… gözleri dolduğunda uzaklaşıyor o da, yanındakiler görmesin diye, içinin nasıl yandığını, bu ateşin gözlerden nasıl damla damla süzüldüğünü…
Yaşlı bir ana, belli ki Türkçe bilmiyor… orada sessizce acısını yaşıyor… tüm gün boyunca orada oturdu… bir ara elindeki bir parça kuru ekmeği gizlice ağzına götürüyordu, belli ki acıkmıştı. Buna rağmen sessizce oturduğu yerde oturmaya devam etti, duruşma sonuna kadar…
Tutuklu yakınlarının hemen hepsi birbiriyle tanışıyor, tanımasalar bile birbirlerini, birbirlerinin acılarını dinliyorlar… aynı umudu paylaşıyorlar…
Akşam olup ta karar için herkes adliye dışına çıkarıldığında hepsinin nasıl aynı umudu paylaştıkları daha net olarak görülüyor… tahliye kararından sonra sevinçlerini içlerine akıtıyorlar “hepsi bizim çocukalarımız” deyip, diğerlerinin acılarını paylaşıyorlar…
7 ay sonra ilk duruşmada tahliye oluyor Müge Tuzcuoğlu, “çocukları” etrafını sarıyor cezaevi çıkışında, hep birlikte sarılıyorlar birbirlerine, hep birlikte yürüyorlar gideceği yere kadar gecenin geç saatinde…
Tekrar hoş geldin aramıza Müge, Karadeniz’in deniz gözlü laz kızı…
Diyarbekir
26.09.2012