2-3 Şubat tarihleri arasında Mardin
Sabancı Kent Müzesinde, Hafıza Merkezi (Hak, Adalet, Hafıza Merkezi) ve World
Policy Institute’ün birlikte düzenlediği ‘Türkiye’de Hafızalaştırma ve Demoktaikleşme’
atölyesi vardı.
Atölye kapsamında, Columbia
Üniversitesi, İnsan Hakları Enstitüsü Direktörü Prof. Elazar Barkan
“Hafızalaştırma ve Demokratikleşme” adıyla bir sunum yaptı. Ardından iki gün
boyunca hafızalaştırma projelerinden örnekler sunuldu. İsrail’den Sivil Toplum
Kuruluşu, Zochrot (Hatırlama)’un kurucusu Eitan Bronstein Aparicio Nakba ile
ilgili hafızalaştırma çalışmalarını anlattı. Nakba, Filistinlilerin her yılın
15 Mayısında, 1948 yılından itibaren göç ettirilen, öldürülen, malları elinden
alınan Filistinliler için düzenledikleri günün adı. Zochrot’un burada yaptığı
ise, bu günün İsrail ve İsrailli Yahudiler tarafından tanınmasını sağlamaya
çalışmak.
Bosna-Hersek’ten, Emir Hodzic, Proje
Direktörlüğünü yaptığı IZVOR’un Sırp olmayan savaş mağdurları için yaptıkları
hafızalaştırma çalışmalarını sundu.
Almanya’dan Anna Warda, Holocaust
kurbanlarını anma adıyla gerçekleştirilen, Avrupa’daki çeşitli şehirlerin sokak
ve caddelerine kurbanların adlarının yazılı olduğu taşları yerleştirme projesini
–Stolpersteine- sundu.
Türkiye’den Hrant Dink Vakfı’nın
Habab projesi, Tarih Vakfı’nın Dersim ve sözlü tarih projeleri, 78’liler
Vakfı’nın ‘Diyarbakır Cezaevinin müze olmasına yönelik çalışmalar’ sunumları
yapıldı. Habab projesinin sunumu- ki aslında Fethiye Çetin''in 'Anneannem' kitabının hikayesini de barındıran ve bu hikayeden yola çıkılarak ortaya çıkmış bir proje- ile Fethiye Çetin, orada bulunanların en azından gözlerinin dolmasına sebep oldu ki, bu başkasının acısını 'anlama', 'paylaşma' noktasının önemini de ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan Diyarbakır Büyükşehşir
Belediyesinin Mehmet Uzun Kent Kütüphanesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi
restorasyonu, Cemevinin yapılması ve şimdi yapılmakta olan Kent Müzesi projesi
ile ilgili kısa bilgiler verildi. Aynı zamanda Diyarbakır’ın diğer
belediyelerinin yaptıkları ve birer ‘hafıza mekanı’ ya da ‘hatırlama mekanı’
olarak değerlendirilen çalışmaları, Cigerxwin Kültür Merkezi, çeşitli park ve
eğitim evlerinin isimlendirilmesi gibi çalışmalardan örnekler verildi.
Bu sunum ve tartışmalardan da yola
çıkarak hafızalaştırma üzerine bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki,
hafızalaştırma denilen şey, hatırlama ile, unutmama ile ilgilidir. Diğer yandan
hatırlatmakla ve unutturmamakla da ilgilidir. Ama daha çok da geçmişte yaşanan
acıların hatırlanması ve unutulmaması ile ilgilidir.
Hafızalaştırma, birlikte yaşanan
acıları hatırlamak, hatırlamaya çalışmaktır. Bu ‘hatırlatmalar’ üzerinden bir
araya gelebilmeye çalışmak, birbirini bağışlamak belki, belki de bir ‘barışma’
zemini oluşturmak, oluşturmaya çalışmaktır.
Diğer taraftan hafızalaştırma yeni
bir tarih yazımıdır, tarihin bu sefer kurbanlar gözünden yazılma çabasıdır ya
da.Tarihin yeniden yazılması çabası
içinde, her kurban kendi acısından ve açısından bakmaktadır geçmişe ve bu çok
‘normal’ bir şeydir de, çünkü herkesin acısı kendince en büyük, en önemli
acıdır. Çünkü acıyı yaşamak ve onu hissetmek başka şeylerdir. Ve sanıldığının
aksine, başkasının acısını ‘hissetmek’, onunla ‘empati’ kurmak çok zordur.
Dolayısıyla, hafızalaştırma ‘proje’lerinde her kurban kendi acısının hafızasını
canlı tutmak için uğraş vermektedir. Bu birlikte yaşayan ya da yaşamış gruplar
arasında ‘tartışmalara’ ve ayrışmalara yol açabilmektedir. Bu tartışma ve
ayrışmaların önüne geçebilmenin yollarından en önemlisinin ‘birlikte’ çalışmaktır.
Hafızalaştırma, tarihe yeni bir
açıdan bakmak, yeni bir tarih çabası olduğundan politika ile doğrudan ilişkili
bir politik eylemdir. Çünkü hafızalaştırma, sadece geçmişte yaşanılan acıların
bir anmasının yapıldığı bir eylem değil, grup kimliğinin yeniden
tanımlanmasının ‘sembol’lerini de üreten bir eylemdir. Ki bu semboller,
‘egemen’in kendisine yaşattığı acılardan ürettiği ve ‘egemen’e karşı direnme
sürecinde kullandığı semboller durumuna gelmektedir.
Genel anlamıyla grup kimliğinin
yeniden üretilmesine yönelik yeni ‘sembol’ler üretmesiyle ve birer ‘direniş’
noktası oluşturmasıyla hafızalaştırma süreci bir politik eylemdir ve tam da bu
noktada uluslar arası politika ve medya ilişkileri ile de bağlantılı olan bir
süreçtir. Bununla, kimin acısının, uluslar arası politika ve politikacılar
tarafından nasıl, ne şekilde ele alınacağının, hangi durumlarda değerlendirilmeye
alınacağının biraz da politik konjoktöre bağlı olduğunu ifade etmeye
çalışıyoruz. Bu konuda önemli bir örnek, Halepçe ve Anfal’dir.
Halepçe’de binlerce kişinin kimyasal
silahlarla öldürülmesi ve yine Irak’ta Saddam dönemindeki Anfal harekatında 182
bin Kürdün katledilmesini Bosna’da yaşanılan ‘soykırım’dan[1]
ayrı tutan nedir? Burada, Bosna’da yaşanılanın bir soykırım olmadığı değil
aksine neden Halepçe veya Anfal’in soykırım kapsamında değerlendirilmediği
sorusudur[2].
Bununla ilgili başka örnekler de verilebilir kuşkusuz, fakat bu örnek bile en
azından ‘hafızalaştırma’ çalışmalarında ve tartışmalarında ulusal ve uluslar
arası politikaların en azından tartışma konusu yapılması gerektiğini
göstermektedir.
Bu durumun üstesinden gelebilmenin
yolu da, özellikle aynı coğrafyadaki toplumların, toplulukların yaşadıkları
‘benzer’ acılardan yola çıkarak, bu acıları ‘ortak’laştırmadan, dahası
yarıştırmadan, birisinin diğerine ‘üstün’lüğünü veya ‘büyük’lüğünü
vurgulamadan, ‘birlikte’, yan yana bir hafıza ve hafızalaştırma çabası içine
girmelerinden ve diğer coğrafyadaki hafızalaştırma çabaları ile iletişim içinde
olmalarından geçmektedir.
Başkasının acısını hissetmek zordur
ve bunun beklenilmesi de doğru değildir. Aynı şekilde ‘empati’ kurmak da acıyı
yaşayan insanlarla uzun bir süre birlikte yaşamadan mümkün değildir. Buna karşılık,
en azından yaşanılan acıyı ‘anlama’nın bir nebze daha mümkün olduğunu ve bu
‘anlama’ üzerinden gidilerek ‘ortak’ bir platform kurulabileceği söylemek
gerekir.
Diyarbakır
4.2.2013
[1]
Burada, Soykırım kelimesinin tırnak içinde kullanılması ile amaçlanan, Bosna’da
yaşanılanların soykırım olmadığını vurgulamak değil, Halepçe ve Anfal’in neden
soykırım olarak değerlendirilmediğine dikkat çekmektir.
[2] Buna
ilişkin bir haber için: http://www.rudaw.net/english/kurds/5697.html