Bir 24 Nisan’ı daha kazasız
belasız atlattı Türkiye!
Türkiye’nin yöneticilerinin
ve toplumun önemli bir kesiminin 25 Nisan günü aklından geçirdiği budur
herhalde. Çünkü bütün gözler
ve kulaklar ABD başkanının Ermeni “tehcir”i ile ilgili yapacağı geleneksel
konuşmasındadır. Acaba bu yıl Başkan “soykırım” kelimesini kullanır mı diye
yürekler ağza gelir.
Dün 24 Nisan’dı, yani Ermeni
soykırımının ya da Ermenice ifadesiyle “Meds
Yeghern” yani büyük felaketin 97. Yıldönümü. İstanbul’da Talat Paşa’nın
emri ile yüzlerce Ermeni aydının ve toplum liderinin tutuklanıp sürgüne
gönderildiği gün. Ermeni “tehcir”inin ve sonradan bütün Ermenilerin Anadolu’dan
“sökülüp” atılmalarının başlatıldığı gün… Bir etnik grubun, Bu toprakların
kadim bir halkının yerinden yurdundan tamamen atılması düşüncesinin hayata
geçirildiği gün…
Ve yine bir 24 Nisan günü gözler ve
yine kulaklar ABD başkanının konuşmasındaydı. Beklenildiği üzere bir kez daha
“soykırım” kelimesi kullanılmadı, bunun yerine büyük felaket (Meds Yeghern)
ifadesi tercih edildi. Gerek başkanlık koltuğuna oturmadan önceki konuşmaları
gerekse sonraki konuşmaları bu büyük felaketi bireysel olarak “soykırım” olarak
kabul ettiğini göstermektedir. Bununla birlikte bu kişisel görüşü en azından
bir süre daha devletin resmi görüşü haline getirilmeyeceği anlaşılmaktadır.
ABD’den çok uzaklarda felaketin asıl
yaşandığı topraklarda yani bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ise
bambaşka bir paradigma mevcut. En hafif
bahane “savaş şartları” olarak kayda düşülmektedir, hem de adlarına Prof.
“title”leri eklenmiş “bilim” adamları tarafından. “asıl onlar Türkleri
katletti” diye başlayan makaleler. Bu şartlar altında Türkiye’nin
politikacıları ve yaklaşık yüzyıldır resmi paradigma ile büyüyen Türkiye
toplumu için “soykırım”ı kabul etmek ve bunun karşılığında resmi bir özür[1] dilemek en azından
şimdilik zor görünmektedir. Fakat bu topraklar için sevindirici bir şey var ki
o da, eskiden bunu değil dile getirmek
düşünmek bile çok büyük bir olay iken bugün bu olayın artık düşünülebilir, üzerinde
az da olsa konuşulabilir duruma gelmiş olmasıdır.
Üzerinde çok fazla acılar yaşanmış
topraklardır, gözyaşı ve kanla sulanmış, dereler kan renginde akmıştır bazen.
Hepsinin üzerine bir çizgi çekilmiş, inkar edilmiş, yok sayılmıştır. Hatta
gerçekler tersyüz edilmiş, bu haliyle sunulmuştur. Zordur o yüzden bütün bir
geçmişi yeniden okumak, yüzleşmek ve giderek kabul etmek, edebilmek. Özür
dileme-ama öyle yapmacıktan değil, yarım-yamalak “Dersim özrü” gibi hiç değil-
için bir başlangıçtır bu.
Yıl 2010 Aralık, Siirt’in Pervari
ilçesine bağlı bir dağ köyü. Güneşli bir köy, evin önüne birkaç tane “kursi”
çekiliyor, çay içiyoruz. Köyün ismi bir garip geliyor. “Ermeni köyü müydü bu
köy eskiden?” diye soruyorum. “evet” diyorlar, yanımdakini gösterip “Bunun dedesi
de Ermeniydi” diyorlar ve anlatmaya başlıyorlar hikayeyi; “Dedesi o zamanlar
daha çocuk tabii, tüm diğer çocuklarla birlikte yakılmak üzere Çalların üzerine
koymuşlar, bunun dedesi düşmüş o çalıların tepesinden aşağıya yuvarlanmış, öyle
kurtulmuş, yaralı bir şekilde komşu köydeki Şex’in yanına gitmiş, tövbe etmiş,
Müslüman olmuş öyle kurtulmuş”. Dedesi Ermeni olan (kendisi değil ama! Ermeni
olmak daha çok dinsel bir kimlik olarak kabul edilmektedir o zamanlar, en
azından halk arasında) kişi de elinde korucu silahıyla bizi dinliyor. Camiyi
gösteriyorlar sonra, “eskiden kilise idi burası yıkıp yerine cami yaptılar”.
Bu sadece bir tanesi “büyük felakete”
ait hikayelerden, böylesi binlerce vardır bu topraklarda. “Ferman”dır adı halk
arasında. Ne anlama geldiği ve neler yaşandığını az-çok herkes bilir, yavaş
yavaş dile getirmektedirler bugün.
Önce tarihi yenide okumak, resmi
paradigmayı bir kenara bırakmak, bizzat tanıklıklara yeniden başvurmak gerekir
geçmişle, geçmişimizle hesaplaşmamız için ve tabi gerçek bir özür dileyebilmek
için…
Özür nasıl dilenir diyorsanız, bir
örnek olarak Almanya Federal Devlet Başkanı Johannes Rau’nun Yahudi Soykırımı
için İsrail Parlamentosunda dile getirdiği özrü hatırlamakta fayda vardır;
“İsrail halkı izlerken; öldürülenler,
mezarı bile olmayanlar önünde eğiliyorum. Kendim ve kuşağım adına, geleceğini
İsrail’in çocukları ile birlikte görmek istedğim çocuklarımız ve torunlarımız
adına, Almanların yaptığı şey için affınızı istiyorum. Kurbanlar bizim
geleceğimizin bir parçası olarak kalacak”.
25.04.2012
Diyarbekir
[1]
“Özür” dileme ve bunun ifade ediliş tarzı ile ilgili güzel bir yazı için bkz.
Aris Nalcı “Soykırımdan dolayı affınızı diliyorum!”. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1085864&CategoryID=99