Hoşgörü kelimesi
aslında hoş görülmemesi gereken bir kelimedir. Çünkü içinde aynı zamanda bir
üstünlük durumunu içerir. Ancak daha “üstün” birisi (din, etnisite vb.) daha
“aşağıdaki” birisini “hoş” görebilir. Bir büyüğün bir çocuğun davranışlarını hoş
görmesi gibi. Burada içinde eşitlik olmayan bir ilişki söz konusudur.
Ezen-ezilen ilişkisinin makyajlanmış halidir hoşgörü, ve aynı zamanda içinde
“biz seni hoş görüyoruz, sende akıllı ol” tehdidini içerir. O yüzden her ne
kadar kulağa hoş gelse de hiçte hoş olmayan bir kelimedir “hoşgörü”.
% 99’u Müslüman
olan Türkiye’de (ne zaman, nasıl oldu gibi sorular hiç sorulmaz!) sürekli
kullanılan bir kelimedir “hoşgörü”. Diğer etnik ve dinsel gruplara karşı ne
kadar “hoşgörülü” olunduğu her defasında dile getirilir. Ve ardından onlarında
bu “hoşgörü”ye karşılık “saygılı” olmaları istenir. Malatya’daki oruç tutmayan
Alevi-Kürt ailenin başına gelenlerden sonra beyazgazete’de çalışan bir
gazetecinin sosyal medyadan attığı “O yamyam aile de mübarek Ramazanın simgesi
olan davuldan rahatsız olmayacak. Nasıl bizler sizin ceminizden, deminizden
rahatsız değilsek, siz de artık hazmedin. Etmezseniz yakarlar da, yıkarlar da
gardaşım. Herkes akıllı olacak, herkes inancına saygılı olacak"[1] mesajı ve devamındakiler nasıl bir
“hoşgörü” kültürü içinde yaşadığımız ortaya koymaktadır.
Bu
olayın yankıları devam ederken ve saldırıya uğrayan aile suçlanmaya
başlanmışken (çünkü bu toplumun ‘hoşgörü’süne karşılık ‘saygı’da kusur
etmişti!) İstanbul Şişli’de inşaat işçilerine karşı mahalleli “hoşgörü”lü bir
saldırıya geçiliyordu[2].
Dedim ya bu
ülkede yaygın bir hoş/rgörü kültürü var.
Tabii,
Ramazan ayı gelince bu ülkedeki insanların “hoşgörü”leri de artıyor. İşin cila
kısmı bu sefer devreye giriyor ki burada bile kelimenin içinde barındırdığı
küçümseme ve tehdit kendini belli ediyor.
“İzmir'in
Buca ilçesindeki tarihi Protestan kilisesinde düzenlenen iftarda, Müslüman ve
Hristiyan vatandaşlar biraraya geldi. İki dinin temsilcileri, aynı masa etrafında
hoşgörü mesajı verdi”[3].
gibi
haberlere hemen hergün rastlamak mümkün. Bu ay içinde mutlaka bir-iki tane
“öteki” din adamlarından birkaç tanesi tutmadıkları bir orucun iftarına davet
edilir böylece ne kadar hoşgörülü olunduğu bütün dünyaya sunulur.
Son haberde de AKP
İzmir milletvekili İzmir Buca belediyesi ile birlikte Protestan Kilisesinde
iftar verip Hıristiyan vatandaşlarla birlikte iftarını açmakta, dünyaya
“hoşgörü”, “barış” ve “diyalog” mesajları vermekte, bu yetmez bir de kilisede
vatandaşlarla birlikte namaz kılmaktadır.
Sanki
bu topraklarda hiç bir kilise yıkılmamış, üzerine cami inşa edilmemiş, ya da camiye
çevrilmemiş gibi; sanki bu ülkede Ruhban okulunun açılması için hiç bir engel
çıkarılmamış gibi; sanki Ramazan ayında ‘oruç’ tutmayan vatandaşlar üzerinde
psikolojik ve bazen de fiziki baskı uygulanmamış gibi;
Ve
bütün bunlar olmamış gibi, varlığını bir şekilde “koruyabilen” sayılı kiliselerden
bir tanesinde iftar açılmakta, namaz kılınmakta ve bu da “hoşgörü”nün, “barış”ın,
“diyalog”un sembolü olarak sunulmaktadır. Eğer gerçekten diyalogsa amaç,
barışın dilini hakim kılmaksa önümüzdeki paskalya bayramını veya herhangi bir
bayramı camide kutlama “hoşgörü”sünü de gösterebilmeli bu toplum.
Böyle
bir şey mümkün olmayacağına göre bırakın lütfen herkes kendi dinini nasıl biliyorsa öyle yaşasın,
kimse kimseye “hoşgörü”lü olmasın, sadece farklılığına saygı duysun yeter….