Bir umut kaç defa kırılır? [1]
Geçen sene 14 Temmuzda umutların
en çok çoğaldığı bir dönemde kırılmıştı umutlar. Ve bu sene 14 Temmuz, tam bir
sene sonra, geçen sene kırılan umutları bir nebze sarmanın, yeni umutlar
yaratmanın işten bile olmadığı bir tarih olabilirdi, eğer bir kent savaş
alanına dönüştürülmemiş olsaydı, eğer “devlet” bir defalığına kendi
“vatandaş”ından korkmasaydı.
Diyarbakır’da 14 Temmuz günü –en
hafif deyimiyle- yaşanılan/yaşatılan zulümden sonra, 12 Eylül referandumuna
“yetmez ama evet” oyu vermiş, sıradan bir Kürt olarak anladım ki bu Kürt
“sorun”unu Recep Tayyip Erdoğan çözmez. Çözebilme gücüne sahip olmadığından
değil, aksine Türkiye cumhuriyeti tarihinde Atatürk’ten sonra ilk kez bir lider
cumhuriyetin “yüzyıllık” sorununu çözme konusunda bu kadar güç ve olanak sahibi
durumdadır. Yasama, yargı, yürütme, basın ve ordu dahil tüm alanlara hakim bir
hükümetin başbakanı olarak Recep Tayyip Erdoğan tekrar etmek gerekirse bu
“sorun”u çözebilecek güce sahip Atatürk’ten sonra gelmiş tek liderdir.
Fakat 14 Temmuz 2012
Diyarbakır’ı, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın “sorun”u çözebilme güç ve olanaklarını hayata geçirmedeki
isteksizliğini ortaya koymuştur, ve böylece bir kez daha kendisine duyulan
inancı, güveni boşa çıkarmıştır.
Başbakanın 2011 seçimleri
öncesinden başlayan milliyetçi söylemlerine, seçilmiş Kürt siyasetçilerinin
–milletvekilleri dahil- her gün yenisinin içeri alınmasına ve son dönemlerde
artan şiddet olaylarına rağmen toplumun bu konuya duyarlı kesimlerinde bir
nebze umut hala varlığını korumaktaydı. Biim gibi sokaktaki sıradan insanlarda
ise umut her şeye rağmen, çoğu zaman dile getirmesek de, içten içe daha
fazlaydı. 14 Temmuz 2012 şunu gösterdi ki, ne bu hükümet ne AKP ne de her
ikisinin lideri Recep Tayyip Erdoğan bu düğümü çözme konusunda hiçbir şey
yapmayacak. Bir kez daha, yapamayacağından değil, fakat ortada herhangi bir
“sorun” kalmadığını düşündüğünden. Çünkü başbakan, devletin kendi kendine
yazıp-oynadığı TRT 6 gibi Kürtçe kanal gibi, haftada birkaç saatliğine
“seçmeli” olarak izin verdiği “Kürtçe eğitim” gibi “oyun”larla bu işi çözdüğünü
düşünmektedir. Geriye kalan birkaç küçük teferruatı da duble yollar,
“kalekollar”, yepyeni “modern” cezaevleri yaparak çözmeyi düşünmektedir.
14 Temmuz 2012 Diyarbakır’ı
göstermiştir ki, kendi yörüngesi dışındaki Kürtlerle –ki kendi
yörüngesindekilerin çoğunun Kürd’e dair herhangi bir talepleri yoktur- ile
ilgili her şeye karşı alerjik bir reaksiyon gösteren, mütemadiyen tehditkâr ve
hakaret ağırlıklı bir dil kullanmayı tercih eden, hapishanedeki 7 TİP’li gencin
katili için son dakikada bir operasyon düzenleyerek salıverilmesini sağlayan ek
madde eklettiren, “demokrat muhafazakar”dan
“İslamcı milliyetçi”ye dönüşen –belki de hep öyleydi, bazı liberallerin,
sokaktaki sıradan bizlerin ve bu durumu yıllarca görmezlikten gelen ve bir
kısmı hala görmezlikten gelmeye devam eden Kürt dindarların inadına
inanmamalarına veya inanmak istememelerine rağmen- kalbi kararmış, içi dünyevi
kibirle dolmuş Recep Tayyip Erdoğan bu sorunu çözmeyecektir. Çünkü onun kafasındaki çözüm ve buna yönelik
icraatlar başkadır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın başında
olduğu hükümetin Kürt sorununa yönelik icraatları şunlardır; Kürdün yaptığı,
yapmak istediği ve yapacağı her etkinliğe bir kenti savaş alanına çevirme
pahasına polisiyle, gaz bombasıyla, biber gazıyla müdahale etmek; bazı aşiret
reislerini iktidarın olanaklarından faydalandırarak, Kürt coğrafyasının her
yerini duble yollar, cezaevi, karakol ve baraj inşaatları yaptırarak her şeyin
normal seyrinde gittiğini düşünmek, ya da göstermek; her gün yeni “kalekollar”
yaptırmak, yeni savaş teknolojileri satın almak ve bir de yanına göstermelik
–çünkü Kürtçe, şimdiye kadar çoğu yazar-çizer, akademisyen ve politikacının
dediği gibi ancak anadili Kürtçe olmayanlar için seçmeli bir ders olabilir-
birkaç saatlik seçmeli Kürtçe dil eğitimi vermek. Tüm bunlar neredeyse
yüzyıldır denenen ve başarı elde edilemeyen Kemalist ideolojinin İslami
versiyonundan başka bir şey değildir. Yapılanlar bunlardır, “icraatların” gerçekleştirildiği
coğrafyadaki görüntü ise müstemleke görüntüsünden başka bir şey değildir.
Sonuç olarak, “sorun”un tarafları
arasında eli en güçlü olan Başbakanın isteksizliği Diyarbakır’da 14 Temmuzda bir
siyasi partinin miting yapmasına izin verilmemesiyle –izin verilmemesinin ve
her ne pahasına olursa olsun engellenmesinin arkasındaki rövanş mantığı bir
kenara- bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu isteksizlik, kendi vatandaşından
rövanş alma hırsı ve mantığı geride kalan umut kırıntılarını da yok etmektedir.
Ve unutulmamalıdır ki umutların kırıldığı yerlerde açılan boşluklarda öfke
birikmektedir!
Ve son bir söz Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’dan;
“Kendi
hırsı, kendi koltuğu, kendi ikbali ve istikbali için, halkına silah çevirenler,
halkına helikopterlerden bomba yağdıranlar sadece ve sadece kendi sonlarını
hazırlarlar”. (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1094176&CategoryID=78).
14.07.2012
Diyarbakır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder