Dün
yine bir KCK duruşması vardı girişinde “Adalet Devletin Temelidir”
yazısının olduğu Diyarbakır adliyesinde. Aslında hergün neredeyse bir KCK
duruşması yapılıyor burada. O kadar ki yer sıkıntısı olmasa tüm Kürtleri ve dostlarını
tutuklu yargılayacaklar kendilerini toplumun değilde devletin bekasına adamış
olan bu mahkemeler.
Bu duruşmayı diğerlerinden ayıran,
tutuklu yargılananlar arasında, Karadenizden çıkıp kendini yoksul Kürt
çocuklarına ve ailelerine adamış yazar-antropolog Müge Tuzcuoğlu’nun da
bulunmasıydı. Bu duruşma onunla birlikte aynı davadan tutuklu bulunan 27 kişinin 7 ay sonraki ilk
duruşmasıydı. Yani tipik bir, 12 Eylül rejiminde bile görülmeyen “önce tutukla
sonra deliller nasıl olsa tespit edilir” önüne anlayışının tüm çıplaklığıyla
gözler serildiği davalardan bir tanesi. Delil dedikleri de malum ortam
dinlemeleri. İki gün süren duruşmanın neticesi, aralarında Müge Tuzcuoğlu’nun
da bulunduğu 9 kişiye tahliye edilmesi diğerlerinin tutukluluk hallerinin
devamına ve duruşma tarihinin Aralık ayına ertelenmesi oldu.
İki gün süren duruşma boyunca adliye
koridorlarında yaşananlar Türkiye’de Kürt sorunun neden çözülemediğini de
gösterir nitelikteydi bence. Adliye koridorlarına bakınca bu ülkede Kürtlerin
ya tutuklu, ya tutuklu yakını olarak izleyici ya da onların avukatlarından
oluştuğunu zannediyor insan. Mahkeme salonları ve cezaevleri Kürtlerle dolu,
adliye koridorları tutuklu bulunan yakınlarını görmeye gelen anne, baba,
kardeşlerle dolu. Ve hemen her davaya gelmeye çalışan vekiller. Ve Diyarbakır’a
yabancı birisinin “işlerinde epey bir uzmanlaşmışlar” dediği avukatlar. Yani
bir mahkeme salonunun üç tarafında da Kürtler yer alıyor.
Yine bakınca orada yaşananlara,
devletin Kürd’e bakışını görüyor insan, orada devleti temsil eden polis, hakim
ve savcıların tavır ve davranışlarında. Yukarda da belirttiğim gibi, “Adalet
Mülkün Temelidir” düsturu bile burada “Adalet Devletin Temelidir” haline
dönüşmüş. İş böyle olunca, her şey devletin bekası adına yapılınca, devletin
kolluk kuvvetleri de buna uygun davranmaktadırlar.
Bütün kolluk kuvvetleri sivil-resmi
ayırdetmeksizin bellerinde silahları ile dolaşıyorlar mahkeme koridorlarında.
En ufak bir tartışmada hemen “araya” giriyorlar. Hatta birisinin bir
tartışmadan sonra itiraf ettiği gibi “böyle davrananları alacaksın odaya”
anlayışı hakim. “Sen devletin polisine bağıramazsın”.
Yakınlarını, konuşamazlarsa bile, en
azından görmek umuduyla duruşma salonuna girmeye çalışanlar, yani insani bir
içgüdü ile hareket edenler doğal bir izdiham hali oluşturuyor duruşma
salonlarının önünde. Tek bir istekleri var aslında, çocuklarını, annelerini,
babalarını, eşlerini görmek… fırsat bulurlarsa bir-iki kelime laf etmek… tüm
çabaları bunun için… Bunun karşılığında kapıda sürekli onlara “siz laftan da anlamıyorsunuz”, “birbirinize
saygınız yok” gibi hakaretamiz söylemlerle bağıranlar ve etrafta her an
müdahale için bekleyen çevik…
Aslında bu durum belki de “devlet”in
olan tüm kurumlarında geçerli. Örneğin bir hastanede, bir okulda veya herhangi
bir “devlet” dairesinde de aynı tavır ve davranışla karşılanıyor insanlar,
fakat burada bir nüans var. Burada bağıranlar ve müdahale için hazır
bekleyenler ünüforma giymekte ve silah taşımaktadırlar!
Herkesi kapıdan uzaklaştırıp, kapının
önündeki koltuklarda oturan insanları yerlerinden kaldırıyor görevli memur.
“Sabahtan beri çok yorulduk, biz oturacağız” diyor. Sonra oturuyorlar ve
etraflarını bariyerlerle kapatıyorlar… bariyerin dışında ise duruşma salonuna
girme fırsatı bekleyenler…
Bir anne, kızıyla birlikte oğlunun
duruşmasını izlemeye gelmiş. Salona girmeye çalışıyor fakat dolu deyip izin
verilmiyor. En sonunda dayanamıyor gözleri dolmaya başlıyor… gözyaşları akmaya
başlıyor sonra, ve sonra feryat ediyor, çaresizce kapıdaki memura “inşallah
çocuğunun ölümünü görürsün” diyor, bu lafınnasıl ağzından çıktığına kendisi bile
şaşırıyor sonra. “Ne yapayım diyor” ağlamaklı bir şekilde, “sabahtan beri
burdayım, kızım da burada, oğlumu görmek istiyorum ama izin vermiyorlar. Benim
oğlum suçsuz. Kürd olduğunu söylemek suç mu, hakkını istemek suç mu” diyor.
Belki bilmiyor ama bu tür şeyler devletin bekası sözkonusu olduğunda suç oluyor
devletin kanunnamelerinde…
Bir eş, erkek, cüsseli, vursa
devirecek tarzdan… Karısı da 7 aydır içerde, tutuklu yargılanıyor… Biraz
konuşunca gözleri doluyor onun da “keşke ben girseydim diyor” yanında duran
kadına “çocuklarıma daha iyi sahip çıkardı” diyor. Gözleri doluyor, erkek adama
ağlamak yakışmaz derler ama… insan bu… taştan yapılmamışsa eğer ağlıyor da…
kıpkırmızı olmuş gözyaşlarını siliyor oradan uzaklaşırken, ağladığını kimsenin
görmemesi için…
Aynı kişiyi bir başka duruşmadan
gelirken görüyorum. Ne oldu diye soruyorum. “Urfa grubu” diye cevap veriyor.
Aynı davanın Urfa ayağında gözaltına alınanlar. Onlarda burada
yargılanıyorlarmış… Milletvekili de orada diyor… kastettiği BDP’nin Urfa
milletvekili… hani haklarında 500 küsür dokunulmazlık dosyası açılmış bulunan
vekiller…Belki bu dosyalrdan bir tanesi de davaları izlemekle ilgilidir, kim
bilir.
Dün yapılan duruşmada da başka bir
milletvekili gelmişti… Hangi birisine yetişeceklerine eminim onlarda
şaşırmaktadırlar. Belki dava üzerinde herhangi bir etkileri olmuyordur fakat
orada olmaları bile insanları mutlu kılıyor. Vekillerini karşılarında,
yanlarında gördüklerinde insanların yüzlerine bir güven hissi oturuyor,
gözlerine bir umut… bunu her hallerinden görmek mümkün oluyor…
Bir başka baba, kızı için orada.
Koşturup duruyor, çırpınıyor kızı için. Duygusallaşıyor bazen, kızıyor hem
kendisine hem kızına… sonra tüm bunları yapan sisteme… gözleri dolduğunda
uzaklaşıyor o da, yanındakiler görmesin diye, içinin nasıl yandığını, bu ateşin
gözlerden nasıl damla damla süzüldüğünü…
Yaşlı bir ana, belli ki Türkçe
bilmiyor… orada sessizce acısını yaşıyor… tüm gün boyunca orada oturdu… bir ara
elindeki bir parça kuru ekmeği gizlice ağzına götürüyordu, belli ki acıkmıştı. Buna
rağmen sessizce oturduğu yerde oturmaya devam etti, duruşma sonuna kadar…
Tutuklu yakınlarının hemen hepsi
birbiriyle tanışıyor, tanımasalar bile birbirlerini, birbirlerinin acılarını
dinliyorlar… aynı umudu paylaşıyorlar…
Akşam olup ta karar için herkes
adliye dışına çıkarıldığında hepsinin nasıl aynı umudu paylaştıkları daha net
olarak görülüyor… tahliye kararından sonra sevinçlerini içlerine akıtıyorlar
“hepsi bizim çocukalarımız” deyip, diğerlerinin acılarını paylaşıyorlar…
7 ay sonra ilk duruşmada tahliye
oluyor Müge Tuzcuoğlu, “çocukları” etrafını sarıyor cezaevi çıkışında, hep
birlikte sarılıyorlar birbirlerine, hep birlikte yürüyorlar gideceği yere kadar
gecenin geç saatinde…
Tekrar hoş geldin aramıza Müge,
Karadeniz’in deniz gözlü laz kızı…
Diyarbekir
26.09.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder