Katliamın ertesi günü, Kürtler akın ettiler Roboski'ye. (Fotolar: A. Özmen) |
Wall Street Journal’de çıkan bir haber[1] nedeniyle Roboski katliamı
yeniden gündeme düştü. Herkes yeniden Roboski’yi keşfetti sanki. Devletin canlı
yayında öldürdüğü insanlar üzerinden tekrar polemikler yapılmaya başlandı. “Apoletli”
medya ve onun yerini hızla dolduran yeşil versiyonu, ilk başta “neden” şimdi bu
haber demeye başladılar ya da görmezden geldiler. Büyük ihtimalle neredeyse 5
aydır, derin devletin AKP’ye bir komplosu tezini öne sürdüklerinden şimdi ne
yazacaklarını düşünüyorlardır.
Komplo kurulduğu tezinin yanında, bilgi kirliliği,
dezenformasyon ile olayın üstü örtülmeye çalışıldı. Sonra işte meclis komisyonu
olayı araştırıyor telaşa gerek yok denildi. Sorumlular bulunacak denildi, ta Ankara’dan
Emine Erdoğan gitti (Başbakanın gitmeye yüzü tutmadığı için herhalde) ağlamaklı
gözlerle, kurbanların yakınlarının acılarını paylaştığını dile getirdi. Devlet
vatandaşlarının yanında mesajı verdi!
Fakat görmezden
gelinen bir şey vardı, öldürülenler sıradan vatandaş değillerdi. Onlar önce Kürt
sonra kaçakçı idiler, evet beraberlerinde taşıdıkları nüfus cüzdanlarında “TC”
vatandaşı yazıyordu fakat bu sadece bir ayrıntı idi. Dolayısıyla “devletin bekası”
görevini üzerine almış apoletleri yeşil medyanın onları görmezden gelmesi
anlaşılır olmaktadır. Aynı medyanın İsrail’in baskınında öldürülen 9 Türk
vatandaşı için, yerleri, gökleri inleten sevgili “Müslüman” aydın-yazar-çizer
takımı ve hükümete danışmanlık yapan kesimlerinin söz konusu Kürtler olunca
kem-küm etmeye başlamaları da anlaşılır olmaktadır.
Ne dediler 5 ay boyunca; Vali şuradaydı, başbakan ordaydı,
içişleri bakanı yan taraftaydı dediler,
yani duymadılar, görmediler, bilmediler. Sıkıştıklarında da bu AKP’ye
yapılan bir komplodur dediler. Fakat çok basitti sormaları gereken soru, “o
gece o vurun emrini kim verdi?”. Gelin görün ki hiç kimse bilmiyordu, koskoca
devlet içinde bu bilgiyi bilen birisi yoktu!!!
Ortada bir süredir bir bilgi kirliliği vardı, aynı zamanda
bizzat apoletleri yeşil olan medya tarafından sürdürülen bir dezenformasyon. Yok,
Fehman Hüseyin’in telsiz kodu geçmişmiş kayıtlara, yok kimsenin haberi yokmuş
da, falan falan… Hatta bir ara olayı PKK üzerine yıkmaya çalıştılar, acaba
içlerinde militanlar varmıydı, yokmuydu tartışması yaratarak. Yok, çift taraflı
bir çalışan bir muhbir varmış ta, o yanıltmış koskoca devletin istihbaratını! Bak
sen şu işe... Emekliye ayrılan tuğgeneral istifasını önce mi sonra mı verdi
tartışmaları… Bu arada öldürülenlerin yakınlarını cezaevlerine aldılar,
duymadılar bile!
Sonra;
Bir Amerikan
gazetesinin muhabiri, ta Uludere’ye, oradan Roboski’ye kadar gelip bir haber
yapıyor olaydan 5 ay sonra, tam da herkesin “aha unutturduk şu Roboski’yi de
dedikleri” bir anda. Türk medyasının “önemli” şahsiyetleri bundan biraz utanç
duyacaklarına “neden şimdi” diye sordular ya da “bu haberci, bu dosyaları kesin
“ajans”tan almıştır” dedi bir başkası[2].
Bir haber yaptı Wall Street Journal’ın muhabiri, ve bu
haberle yeniden Roboski’yi gündeme getirdi, kafalarda yeni sorular oluşturdu,
tüm sürecin bir bilgi kirliliği ve dezenformasyon süreci olduğunu da gözler
önüne serdi. Türk basınının sadece bir daha oturup, gazetecilik etik
kurallarını, hadi onu da geçtim, ama vicdani muhasebesini yapması gerekiyor. Olayın
birinci yönü budur.
İkinci yönü bence daha önemlidir, şöyle ki; Bu katliamı
devlet yaptı, şu veya bu şekilde, şu veya bu istihbarata dayanarak. Heronmuş,
Predatormüş, şuymuş buymuş önemini yitirmiş durumda. Sorumlusu, devlettir,
hükümettir. Yeşil renkli “apoletli”
medyadır. Vicdanları yerine İktidara ve nimetlerine bel bağlamış “Müslüman”lardır.
“Bunlar zaten kaçakçıydı, devlet görevini yaptı” diyen Sıradan Türk
vatandaşları saymıyorum bile.
Fakat bu olayın arkasında durmayan Kürtler (dostlarını da
geçtim) ve temsilcileri de en az onlar
kadar sorumludurlar. Çünkü sahip çık(a)madılar bu davaya, kendilerini
seçenlerin davasına. İktidarın nimetlerinden sonuna kadar faydalanan Kürtleri
es geçiyorum, onları varsa, kalmışsa hala vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum. Ama
din, Kur’an, İslam diyen ve Kürtlüklerini ön plana çıkaran Müslüman Kürtler de
(ki parti kuracak kadar kitle tabanına sahipler, ya da kutlu doğum haftasına
binlerce hatta yüz binlerce kişi toplayacak kadar bir tabana sahipler) bu
olayın örtbas edilmesinde, bugüne kadar çözülmemesinde sorumluluk sahibidirler.
Roboski katliamı yapıldığında Kürt halkı akın etti Roboski’ye,
beraber gittiler parçalanmış cenazeleri almaya dağlardan, aldılar da. Sonra birkaç
tane daha miting, basın açıklaması, derken onlar da unuttular Roboskiyi,
kurbanları. Tıpkı diğerlerini unuttukları gibi!! Sonra arada bir basın
açıklamasında dile getirir oldular mecliste oturan temsilciler, sonra tekrar
oturmaya başladılar. (Şiwan Perwer yıllar önce Parlemento üzerine bir parça
besteleyip söylemişti!).
Her yerde hesap sorulurken, katillerin faillerin bulunması
için haykırırken insanlar, onlar alıp başlarını gittiler tekrar meclis
sıralarına. Oradan daha iyi çözeceklerini düşündüler. Birisi avukatı oldu Roboski kurbanlarının,
şimdi de ABD’ye dava açacaklarmış![3]
Sözün özü, Kürt halkı ve Roboski mağdurları bizzat
temsilcileri tarafından yalnız bırakıldılar. Bir tarafı budur. Olayın olduğu
günden itibaren, halkın arasında kalıp, halkla birlikte katillerin bulunması
için haykırsalardı, emin olun bu kadar uzamazdı bu süreç. Bu halk gözaltına
alındığında yoksun, öldürüldüğünde yoksun, o zaman sormak gerekir neden
varsınız? Ne için seçildiniz?
İkinci tarafı, yani olayın bir başka sorumlu tarafı da “Müslüman”
Kürtler ve onların dernekleri, vakıfları, cemaatleridir. Başları secdeden kalkmayan, her şartta İslam,
Kur’an diyen bu insanlar da Roboski’yi ve mağdurlarını yalnız bırakmışlardır. İktidardan
nemalanmayı bir nimet sayıp, bu “diğer” Kürtlerin sorunu diyerek sorumluluktan
kaçmışlardır/kaçmaktadırlar.
Ve geriye kalan bizler, yüz binler, her gün bizi biraz daha
ezen, bizi bizden eden bu düzen içinde yer almak için daha çok çırpınan,
oturduğumuz yerde her şeye itiraz eden fakat bir TOKİ’den bir daire çıkma
ihtimaline karşı bütün düşünce, inanç, vicdanı bir kenara bırakarak gömlek
değiştirir gibi sendika değiştiren, Kürt memurlar; sağlıkçılar, öğretmenler ve
bilimum “Kürt” memurlar, işçiler… [4]varlığına sahip çıkmayan bir
maç için yerleri gökleri inleten biz büyük çoğunluk, aslında kabahatin çoğu
bizde be kardeşim!!!
Tam da bu anda nedense Nazım geldi aklıma…
Dünyanın En Tuhaf Mahluku
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
17.05.2012
Diyarbekir
[4] Diyarbakır’da Memur-Sen, çalışanlara
(özellikle KESK üyesi çalışanlara) kendi sendikalarına üye olmaları halinde
TOKİ’ye yaptırdığı evler için kuraya girebilme şansı tanıyormuş… Ve insanlar
sanki bedava ev sahibi olacaklar gibi kabul ediyorlar bunu…Aynı Memur-Sen bugün
yetkili sendika olarak “toplu görüşme”lerde sadaka gibi zam dileniyor…
Duygusal yönü ön planda olan yazı...
YanıtlaSil