Son birkaç günkü haberlere
bakıldığında Türkiye’de Kürt ‘sorunu’nun neredeyse çözüldüğü gibi bir algı
ortaya çıkmaktadır. Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sonra Sayın Ahmet Türk ve
Ayla Akad’ın İmralı adasında tecrit koşullarında bulunan PKK lideri Abdullah
Öcalan ile görüşmeleri ve bu görüşmelerin basına yansıma şekilleri bu algıyı
ortaya çıkarmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın hem PKK hem de
Türkiye Kürtleri üzerindeki etkisi herkes tarafından kabul edilen bir gerçeklik
durumundadır. Nitekim gerek PKK kanadından gerekse diğer Kürt siyasi parti ve
kurumlarından yapılan hemen her açıklamada müzakere için gösterilen yer İmralı’dır.
‘İmralı’ veya ‘ada’ bu yönüyle Türkiye Kürtleri açısından çoktandır bir ‘ulusal’
sembol olmuş durumda. Bu sembol olma durumu, ‘ada’dakinin Kürtlerin ve
gerillanın aleyhine olabilecek herhangi bir durum ve müzakere içine
girmeyeceğine dair bir güveni de içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla legal ve
illegal alandaki Kürtler için ‘ada’dan gelen mesajlar büyük önem arz etmektedir
ve ‘görüşme’nin gerçekleşmesinin bile kendi başına önemli bir durum olduğu da
kabul edilmektedir.
Bu noktada şunu belirtmekte büyük
yarar bulunmaktadır. Gerek MİT müsteşarının gerekse Kürt siyasetçilerinin ‘ada’
ile görüşmeleri Kürt sorununun çözüldüğü anlamına gelmemektedir. Adada nelerin
görüşüldüğü, ne tür müzakerelerin gerçekleştiği ve hangi konularda mutabık
kalındığı noktaları açıklanmak durumundadır. Bunlardan da öte eğer gerçekten
bir çözüm isteniyorsa özellikle hükümet kanadının kullandığı dile çok dikkat
etmesi gerektiği çok açıktır. Bu dil, hem hükümetin çözüme yönelik ‘bakış’ını,
‘cesaret’ini ve ‘irade’sini gösterecektir. Görüşmelerin kamuoyuna yansımasından
sonra yapılan açıklamalar, bugünden Kürtleri tatmin edecek, çözüme doğru yol
alındığına ikna edecek içerikten yoksundur, tersine hükümetin eski ‘siyaset’ini
devam ettirdiğini gösteren birçok emare bulunmaktadır.
Bu açıklamalar içinde ön plana
çıkan argümanlar hükümetin henüz çözüm konusunda ne bir cesaret ve iradeye
sahip olduğunu ne de bu ‘sorun’a bakışında bir değişimin olduğunu gösterir
argümanlardır. Sürekli kullanılan bu argümanlar ‘enstrüman’, ‘silahsızlandırma’
ve ‘sınır dışına çekilme’ argümanlarıdır.
Lafı hiç dolandırmadan bu argümanlarla
görüşmelere yaklaşmanın çözümden çok çözümsüzlüğe yardım edeceğini belirtmek
gerekir. 1993 yılından beri aralıklarla PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan ile
birçok görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerin hemen hepsi de Kürtlerin
‘hak’larını vermekten ziyade örgütün tasfiyesini, bölünmesini amaçlayan ya da
hiçbir şey yapılmasa bile sorunu zamana yaymayı amaçlayan görüşmeler olmuştur
ve doğal olarak da ‘sorun’un çözümü noktasında bu görüşmelerden hiçbir sonuç
elde edilememiştir. Son 10 yıllık AKP iktidarında da gerçekleştirilen
görüşmelerin aynı mantık ile ve AKP’nin kendi iktidarını güçlendirmek amacıyla
yapıldığı bugün daha net ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bugün yapılan
görüşmelerin aynı mantık ve zihniyetle yapılmadığının, bir seçim öncesi daha AKP’ye,
özellikle Roboskî katliamından sonra, Kürt bölgesinde kaybetmiş olduğu oyları
tekrar elde etme amacı taşımadığının garantisi nedir? Eğer böyle değilse, Ahmet
Türk ve Ayla Akad’ın ‘ada’ ile görüşmesini bir lütuf olarak ifade etmenin, bir
yandan görüşmeler yapılırken aynı anda yine KCK adı altında gözaltı furyasının
devam ettirilmesinin anlamı nedir? Bunlar, bir yandan vaatlerle Kürtleri
kandırıp diğer taraftan onları ‘yoketme’yi ifade eden asırlık devlet
zihniyetinin dışavurumları değilde, nedir? Bu nedenle, her şeyden önce
Hükümetin yaklaşık bir asırlık ‘zihniyet’i terk ettiğini, ‘sorun’un çözümüne
yönelik samimi olduğunu; bunun için ihtiyaç duyulan ‘cesaret’ ve ‘irade’ye
sahip olduğunu göstermesi gerekmektedir. Bugün basında yer alan ‘biz hükümet olarak
değil devlet olarak görüşüyoruz’ meailindeki açıklamaların bir öncekilerden ne
farkı vardır? Bu açıklamalarda herhangi bir ‘samimiyet’, ‘cesaret’ ve ‘irade’
görülebiliyor mu?
Tüm bu olumsuz gözüken
yorumlamaya karşılık, şunu belirtmek gerekir ki, görüşmelerin tekrar başlamış
olması Kürtler arasında az da olsa bir umudun doğmasına yol açmıştır. Bu umudun
bir daha ortaya çık(a)mayacak şekilde yok olmaması için herkesin, özellikle de
Hükümetin çok dikkatli olması gerekmektedir. Çünkü ancak çözüm noktasında
samimi, ‘cesaret’ ve ‘irade’ sahibi bir hükümet bu ‘sorun’un diyalog ile
çözümünü sağlayabilir.
06.01.2013
Diyarbekir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder