4 Şubat 2013 Pazartesi

Türkiye’de Hafızalaştırma ve Demokratikleşme Atölyesi ve Birkaç Not:


2-3 Şubat tarihleri arasında Mardin Sabancı Kent Müzesinde, Hafıza Merkezi (Hak, Adalet, Hafıza Merkezi) ve World Policy Institute’ün birlikte düzenlediği ‘Türkiye’de Hafızalaştırma ve Demoktaikleşme’ atölyesi vardı.
Atölye kapsamında, Columbia Üniversitesi, İnsan Hakları Enstitüsü Direktörü Prof. Elazar Barkan “Hafızalaştırma ve Demokratikleşme” adıyla bir sunum yaptı. Ardından iki gün boyunca hafızalaştırma projelerinden örnekler sunuldu. İsrail’den Sivil Toplum Kuruluşu, Zochrot (Hatırlama)’un kurucusu Eitan Bronstein Aparicio Nakba ile ilgili hafızalaştırma çalışmalarını anlattı. Nakba, Filistinlilerin her yılın 15 Mayısında, 1948 yılından itibaren göç ettirilen, öldürülen, malları elinden alınan Filistinliler için düzenledikleri günün adı. Zochrot’un burada yaptığı ise, bu günün İsrail ve İsrailli Yahudiler tarafından tanınmasını sağlamaya çalışmak.
Bosna-Hersek’ten, Emir Hodzic, Proje Direktörlüğünü yaptığı IZVOR’un Sırp olmayan savaş mağdurları için yaptıkları hafızalaştırma çalışmalarını sundu.
Almanya’dan Anna Warda, Holocaust kurbanlarını anma adıyla gerçekleştirilen, Avrupa’daki çeşitli şehirlerin sokak ve caddelerine kurbanların adlarının yazılı olduğu taşları yerleştirme projesini –Stolpersteine- sundu.


Türkiye’den Hrant Dink Vakfı’nın Habab projesi,  Tarih Vakfı’nın Dersim ve sözlü tarih projeleri, 78’liler Vakfı’nın ‘Diyarbakır Cezaevinin müze olmasına yönelik çalışmalar’ sunumları yapıldı. Habab projesinin sunumu- ki aslında Fethiye Çetin''in  'Anneannem' kitabının hikayesini de barındıran ve bu hikayeden yola çıkılarak ortaya çıkmış bir proje- ile Fethiye Çetin, orada bulunanların en azından gözlerinin dolmasına sebep oldu ki, bu başkasının acısını 'anlama', 'paylaşma' noktasının önemini de ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan Diyarbakır Büyükşehşir Belediyesinin Mehmet Uzun Kent Kütüphanesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi restorasyonu, Cemevinin yapılması ve şimdi yapılmakta olan Kent Müzesi projesi ile ilgili kısa bilgiler verildi. Aynı zamanda Diyarbakır’ın diğer belediyelerinin yaptıkları ve birer ‘hafıza mekanı’ ya da ‘hatırlama mekanı’ olarak değerlendirilen çalışmaları, Cigerxwin Kültür Merkezi, çeşitli park ve eğitim evlerinin isimlendirilmesi gibi çalışmalardan örnekler verildi.

Bu sunum ve tartışmalardan da yola çıkarak hafızalaştırma üzerine bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, hafızalaştırma denilen şey, hatırlama ile, unutmama ile ilgilidir. Diğer yandan hatırlatmakla ve unutturmamakla da ilgilidir. Ama daha çok da geçmişte yaşanan acıların hatırlanması ve unutulmaması ile ilgilidir.

Hafızalaştırma, birlikte yaşanan acıları hatırlamak, hatırlamaya çalışmaktır. Bu ‘hatırlatmalar’ üzerinden bir araya gelebilmeye çalışmak, birbirini bağışlamak belki, belki de bir ‘barışma’ zemini oluşturmak, oluşturmaya çalışmaktır.

Diğer taraftan hafızalaştırma yeni bir tarih yazımıdır, tarihin bu sefer kurbanlar gözünden yazılma çabasıdır ya da.Tarihin yeniden yazılması çabası içinde, her kurban kendi acısından ve açısından bakmaktadır geçmişe ve bu çok ‘normal’ bir şeydir de, çünkü herkesin acısı kendince en büyük, en önemli acıdır. Çünkü acıyı yaşamak ve onu hissetmek başka şeylerdir. Ve sanıldığının aksine, başkasının acısını ‘hissetmek’, onunla ‘empati’ kurmak çok zordur. Dolayısıyla, hafızalaştırma ‘proje’lerinde her kurban kendi acısının hafızasını canlı tutmak için uğraş vermektedir. Bu birlikte yaşayan ya da yaşamış gruplar arasında ‘tartışmalara’ ve ayrışmalara yol açabilmektedir. Bu tartışma ve ayrışmaların önüne geçebilmenin yollarından en önemlisinin ‘birlikte’ çalışmaktır.

Hafızalaştırma, tarihe yeni bir açıdan bakmak, yeni bir tarih çabası olduğundan politika ile doğrudan ilişkili bir politik eylemdir. Çünkü hafızalaştırma, sadece geçmişte yaşanılan acıların bir anmasının yapıldığı bir eylem değil, grup kimliğinin yeniden tanımlanmasının ‘sembol’lerini de üreten bir eylemdir. Ki bu semboller, ‘egemen’in kendisine yaşattığı acılardan ürettiği ve ‘egemen’e karşı direnme sürecinde kullandığı semboller durumuna gelmektedir.

Genel anlamıyla grup kimliğinin yeniden üretilmesine yönelik yeni ‘sembol’ler üretmesiyle ve birer ‘direniş’ noktası oluşturmasıyla hafızalaştırma süreci bir politik eylemdir ve tam da bu noktada uluslar arası politika ve medya ilişkileri ile de bağlantılı olan bir süreçtir. Bununla, kimin acısının, uluslar arası politika ve politikacılar tarafından nasıl, ne şekilde ele alınacağının, hangi durumlarda değerlendirilmeye alınacağının biraz da politik konjoktöre bağlı olduğunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bu konuda önemli bir örnek, Halepçe ve Anfal’dir.
Halepçe’de binlerce kişinin kimyasal silahlarla öldürülmesi ve yine Irak’ta Saddam dönemindeki Anfal harekatında 182 bin Kürdün katledilmesini Bosna’da yaşanılan ‘soykırım’dan[1] ayrı tutan nedir? Burada, Bosna’da yaşanılanın bir soykırım olmadığı değil aksine neden Halepçe veya Anfal’in soykırım kapsamında değerlendirilmediği sorusudur[2]. Bununla ilgili başka örnekler de verilebilir kuşkusuz, fakat bu örnek bile en azından ‘hafızalaştırma’ çalışmalarında ve tartışmalarında ulusal ve uluslar arası politikaların en azından tartışma konusu yapılması gerektiğini göstermektedir.

Bu durumun üstesinden gelebilmenin yolu da, özellikle aynı coğrafyadaki toplumların, toplulukların yaşadıkları ‘benzer’ acılardan yola çıkarak, bu acıları ‘ortak’laştırmadan, dahası yarıştırmadan, birisinin diğerine ‘üstün’lüğünü veya ‘büyük’lüğünü vurgulamadan, ‘birlikte’, yan yana bir hafıza ve hafızalaştırma çabası içine girmelerinden ve diğer coğrafyadaki hafızalaştırma çabaları ile iletişim içinde olmalarından geçmektedir.
Başkasının acısını hissetmek zordur ve bunun beklenilmesi de doğru değildir. Aynı şekilde ‘empati’ kurmak da acıyı yaşayan insanlarla uzun bir süre birlikte yaşamadan mümkün değildir. Buna karşılık, en azından yaşanılan acıyı ‘anlama’nın bir nebze daha mümkün olduğunu ve bu ‘anlama’ üzerinden gidilerek ‘ortak’ bir platform kurulabileceği söylemek gerekir.

Diyarbakır
4.2.2013




[1] Burada, Soykırım kelimesinin tırnak içinde kullanılması ile amaçlanan, Bosna’da yaşanılanların soykırım olmadığını vurgulamak değil, Halepçe ve Anfal’in neden soykırım olarak değerlendirilmediğine dikkat çekmektir.
[2] Buna ilişkin bir haber için: http://www.rudaw.net/english/kurds/5697.html