17 Mayıs 2012 Perşembe

Yeniden Roboski: Sorumlular kim?


Katliamın ertesi günü, Kürtler akın ettiler Roboski'ye.
(Fotolar: A. Özmen) 

Wall Street Journal’de çıkan bir haber[1] nedeniyle Roboski katliamı yeniden gündeme düştü. Herkes yeniden Roboski’yi keşfetti sanki. Devletin canlı yayında öldürdüğü insanlar üzerinden tekrar polemikler yapılmaya başlandı. “Apoletli” medya ve onun yerini hızla dolduran yeşil versiyonu, ilk başta “neden” şimdi bu haber demeye başladılar ya da görmezden geldiler. Büyük ihtimalle neredeyse 5 aydır, derin devletin AKP’ye bir komplosu tezini öne sürdüklerinden şimdi ne yazacaklarını düşünüyorlardır.
Komplo kurulduğu tezinin yanında, bilgi kirliliği, dezenformasyon ile olayın üstü örtülmeye çalışıldı. Sonra işte meclis komisyonu olayı araştırıyor telaşa gerek yok denildi. Sorumlular bulunacak denildi, ta Ankara’dan Emine Erdoğan gitti (Başbakanın gitmeye yüzü tutmadığı için herhalde) ağlamaklı gözlerle, kurbanların yakınlarının acılarını paylaştığını dile getirdi. Devlet vatandaşlarının yanında mesajı verdi!
 Fakat görmezden gelinen bir şey vardı, öldürülenler sıradan vatandaş değillerdi. Onlar önce Kürt sonra kaçakçı idiler, evet beraberlerinde taşıdıkları nüfus cüzdanlarında “TC” vatandaşı yazıyordu fakat bu sadece bir ayrıntı idi. Dolayısıyla “devletin bekası” görevini üzerine almış apoletleri yeşil medyanın onları görmezden gelmesi anlaşılır olmaktadır. Aynı medyanın İsrail’in baskınında öldürülen 9 Türk vatandaşı için, yerleri, gökleri inleten sevgili “Müslüman” aydın-yazar-çizer takımı ve hükümete danışmanlık yapan kesimlerinin söz konusu Kürtler olunca kem-küm etmeye başlamaları da anlaşılır olmaktadır.
Ne dediler 5 ay boyunca; Vali şuradaydı, başbakan ordaydı, içişleri bakanı yan taraftaydı dediler,  yani duymadılar, görmediler, bilmediler. Sıkıştıklarında da bu AKP’ye yapılan bir komplodur dediler. Fakat çok basitti sormaları gereken soru, “o gece o vurun emrini kim verdi?”. Gelin görün ki hiç kimse bilmiyordu, koskoca devlet içinde bu bilgiyi bilen birisi yoktu!!!
Ortada bir süredir bir bilgi kirliliği vardı, aynı zamanda bizzat apoletleri yeşil olan medya tarafından sürdürülen bir dezenformasyon. Yok, Fehman Hüseyin’in telsiz kodu geçmişmiş kayıtlara, yok kimsenin haberi yokmuş da, falan falan… Hatta bir ara olayı PKK üzerine yıkmaya çalıştılar, acaba içlerinde militanlar varmıydı, yokmuydu tartışması yaratarak. Yok, çift taraflı bir çalışan bir muhbir varmış ta, o yanıltmış koskoca devletin istihbaratını! Bak sen şu işe... Emekliye ayrılan tuğgeneral istifasını önce mi sonra mı verdi tartışmaları… Bu arada öldürülenlerin yakınlarını cezaevlerine aldılar, duymadılar bile!
Sonra;
Bir Amerikan gazetesinin muhabiri, ta Uludere’ye, oradan Roboski’ye kadar gelip bir haber yapıyor olaydan 5 ay sonra, tam da herkesin “aha unutturduk şu Roboski’yi de dedikleri” bir anda. Türk medyasının “önemli” şahsiyetleri bundan biraz utanç duyacaklarına “neden şimdi” diye sordular ya da “bu haberci, bu dosyaları kesin “ajans”tan almıştır” dedi bir başkası[2].
Bir haber yaptı Wall Street Journal’ın muhabiri, ve bu haberle yeniden Roboski’yi gündeme getirdi, kafalarda yeni sorular oluşturdu, tüm sürecin bir bilgi kirliliği ve dezenformasyon süreci olduğunu da gözler önüne serdi. Türk basınının sadece bir daha oturup, gazetecilik etik kurallarını, hadi onu da geçtim, ama vicdani muhasebesini yapması gerekiyor. Olayın birinci yönü budur.
İkinci yönü bence daha önemlidir, şöyle ki; Bu katliamı devlet yaptı, şu veya bu şekilde, şu veya bu istihbarata dayanarak. Heronmuş, Predatormüş, şuymuş buymuş önemini yitirmiş durumda. Sorumlusu, devlettir, hükümettir.  Yeşil renkli “apoletli” medyadır. Vicdanları yerine İktidara ve nimetlerine bel bağlamış “Müslüman”lardır. “Bunlar zaten kaçakçıydı, devlet görevini yaptı” diyen Sıradan Türk vatandaşları saymıyorum bile.
Fakat bu olayın arkasında durmayan Kürtler (dostlarını da geçtim) ve temsilcileri  de en az onlar kadar sorumludurlar. Çünkü sahip çık(a)madılar bu davaya, kendilerini seçenlerin davasına. İktidarın nimetlerinden sonuna kadar faydalanan Kürtleri es geçiyorum, onları varsa, kalmışsa hala vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum. Ama din, Kur’an, İslam diyen ve Kürtlüklerini ön plana çıkaran Müslüman Kürtler de (ki parti kuracak kadar kitle tabanına sahipler, ya da kutlu doğum haftasına binlerce hatta yüz binlerce kişi toplayacak kadar bir tabana sahipler) bu olayın örtbas edilmesinde, bugüne kadar çözülmemesinde sorumluluk sahibidirler.
Roboski katliamı yapıldığında Kürt halkı akın etti Roboski’ye, beraber gittiler parçalanmış cenazeleri almaya dağlardan, aldılar da. Sonra birkaç tane daha miting, basın açıklaması, derken onlar da unuttular Roboskiyi, kurbanları. Tıpkı diğerlerini unuttukları gibi!! Sonra arada bir basın açıklamasında dile getirir oldular mecliste oturan temsilciler, sonra tekrar oturmaya başladılar. (Şiwan Perwer yıllar önce Parlemento üzerine bir parça besteleyip söylemişti!).
Her yerde hesap sorulurken, katillerin faillerin bulunması için haykırırken insanlar, onlar alıp başlarını gittiler tekrar meclis sıralarına. Oradan daha iyi çözeceklerini düşündüler.  Birisi avukatı oldu Roboski kurbanlarının, şimdi de ABD’ye dava açacaklarmış![3]
Sözün özü, Kürt halkı ve Roboski mağdurları bizzat temsilcileri tarafından yalnız bırakıldılar. Bir tarafı budur. Olayın olduğu günden itibaren, halkın arasında kalıp, halkla birlikte katillerin bulunması için haykırsalardı, emin olun bu kadar uzamazdı bu süreç. Bu halk gözaltına alındığında yoksun, öldürüldüğünde yoksun, o zaman sormak gerekir neden varsınız? Ne için seçildiniz?
İkinci tarafı, yani olayın bir başka sorumlu tarafı da “Müslüman” Kürtler ve onların dernekleri, vakıfları, cemaatleridir.  Başları secdeden kalkmayan, her şartta İslam, Kur’an diyen bu insanlar da Roboski’yi ve mağdurlarını yalnız bırakmışlardır. İktidardan nemalanmayı bir nimet sayıp, bu “diğer”  Kürtlerin sorunu diyerek sorumluluktan kaçmışlardır/kaçmaktadırlar.
Ve geriye kalan bizler, yüz binler, her gün bizi biraz daha ezen, bizi bizden eden bu düzen içinde yer almak için daha çok çırpınan, oturduğumuz yerde her şeye itiraz eden fakat bir TOKİ’den bir daire çıkma ihtimaline karşı bütün düşünce, inanç, vicdanı bir kenara bırakarak gömlek değiştirir gibi sendika değiştiren, Kürt memurlar; sağlıkçılar, öğretmenler ve bilimum “Kürt” memurlar, işçiler… [4]varlığına sahip çıkmayan bir maç için yerleri gökleri inleten biz büyük çoğunluk, aslında kabahatin çoğu bizde be kardeşim!!!


Tam da bu anda nedense Nazım geldi aklıma…


Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
           beş değil,
                      yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
                            deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
                                    senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                      kabahat senin,
                                     - demeğe de dilim varmıyor ama -
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
                                                                  
17.05.2012
Diyarbekir




[4] Diyarbakır’da Memur-Sen, çalışanlara (özellikle KESK üyesi çalışanlara) kendi sendikalarına üye olmaları halinde TOKİ’ye yaptırdığı evler için kuraya girebilme şansı tanıyormuş… Ve insanlar sanki bedava ev sahibi olacaklar gibi kabul ediyorlar bunu…Aynı Memur-Sen bugün yetkili sendika olarak “toplu görüşme”lerde sadaka gibi zam dileniyor…

1 yorum: